Index AMATÖR SÖZ YAZARLARI AMATÖR SÖZ YAZARLARI |
Ali Rıza Malkoç ( 1 ) |
Yazar Administrator | |
Pazar, 09 Mart 2008 | |
Yalan insana mahsustur Hayvanlar yalan söylemez Bu önemli bir husustur Hayvanlar yalan söylemez İnsan gizler vahşetini Kalbindeki dehşetini Kim yiyor kimin etini? Hayvanlar yalan söylemez Fili, diş için öldürdük Acaba kimi güldürdük? Hep insanları yıldırdık Hayvanlar yalan söylemez Kuş yem taşır yuvasına Leylek uçar ovasına Arı sadık davasına Hayvanlar yalan söylemez İnek, ottan sütü verir İnsan alır satıverir İçine su katıverir Hayvanlar yalan söylemez Tavuk sunar yumurtayı At besliyor, yağız tayı Varsa, örtmüyor hatayı Hayvanlar yalan söylemez Tilki postu verdi sana Giy de, kurnazlık satsana Bunu da ekle yasana Hayvanlar yalan söylemez Neyi varsa ortadadır İstemez torpil ve hatır At, eşek, kedi ve katır Hayvanlar yalan söylemez İnsan olmak, ne de zormuş Hakikat, avuçta "kor"muş Bilemem kim, nasıl yormuş? Hayvanlar yalan söylemez 07/08/2009 Bursa
Kelimeler topladım ben yıllarca Mânâ yükledim de, şiire döndü Talihsiz bahtıma, kafiye koydum Nice çözülmezler, uğura döndü Söz harmanı, hazır ise hasada Bütün yollar, kapalıdır fesada Ufuklarda yükseliyor gür seda İnleyen nağmeler, çığıra döndü Seher vakti, aydınlığa işaret Yar sineni, bak ordadır beşaret Haksız-acımasız yoruma ar et Hakir gördüklerin, değere döndü Geçitsiz yollarda, bekleme geç git Bu muydu ezelden verdiğin ahit? Açık kapıların bekçisi şahit Ip ıssız mekanlar, şehir'e döndü Dua dua yükselince nefesler Coşkuyla buluştu, aheste sesler İnsan, insanlığa muhabbet besler Fiziksel boyutta, zahire döndü Asıl olan sözdür, bir de eylemi Gönül damgalıysa, geçmiyor demi Beden hücre hücre, rotasız gemi Nedendir bilinmez, şaire döndü 12/05/2009 Bursa Dem: Zaman, vakit Çığır: Yol, iz, yöntem, devir Beşaret: Müjde, muştu, sevindiren haber Ahit: And, söz verme, antlaşma Aheste: Yavaş, sessiz, ağır Zahir: Açık, belli, görünen
Bir rüya mı desem, yoksa hayal mi? Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… Desen desen çiçek açmış bahçede Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… Dikeni saklamış, gülün dalları Bir başka sarıyor, dostun kolları Neye alamettir, mevsim halleri? Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… Soframızdan, bülbül de yer karga da Sınırı aşmayan, kalmaz arkada Zulüm bizden titrer, zalim korkuda Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… Bağlamışlar taşlarını ocağın Yörünge, dengesi iç içe çağın Merhamet kuşandı köşe bucağın Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… Beklentide sıfır, görevde hamal Anlayış dorukta, her fert pür kemal Diller hakta bülbül, kem sözlere lâl Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… Gönlün mimarisi, hayalle başlar Kumu niyetimiz, harcı gardaşlar Gerçeğe yön tutmuş, hülyalar düşler Toprağına, bahar gelmiş ülkemin… 26/04/2009 Bursa
Şeytan kıskandıran insanımız var Tatlı dil altında, “yılanlar” gördüm İnsanlık mı gaye, şöhret mi şan mı? Şerrinden kaçınan “yılanlar” gördüm Genleriyle oynadılar sevginin Saltanatı sürer, bin bir sövgünün Çaktırmadan yuttur, modası günün Tek ayak üstünde, “yalanlar” gördüm Ayrık otu, barınmazdı bahçede Gönülsüz tek nakış, olmaz bohçada Bazen cümlelerde, bazen hecede Mânâyı kökünden , “yolanlar” gördüm Dünyevi – Uhrevi hesabı silmiş Bu yeni bir lisan, meğer bir dilmiş Helalini zaten ganimet bilmiş Haramdan hileden, “çalanlar” gördüm “Hey gidi günler hey” demek çözüm mü? Kabına sığmayan nedir, özüm mü? Dal aşı tutmamış, suçlu üzüm mü? Yârenler, erenler, “bilenler” gördüm Kaliteyi abartıp da soralım Daha güzeline kafa yoralım Nerede hata var, orda duralım Sağanak yağmurda, “solanlar” gördüm Her ânı, her rengi, farklı hayatın İnişi, yokuşu, çarklı hayatın Adası, kulesi, garklı hayatın Ağlanacak hale, gülenler gördüm 17/03/2009 Bursa Gark: Suya batma, batırma, boğulma
Hatalar haddi aşınca Çift gönüllü yürek gerek Çamur dize ulaşınca Çift gönüllü yürek gerek Hep konuşan fikren hasta İcraat kokuşmuş yasta Halden anlamayan dosta Çift gönüllü yürek gerek Sabır ümit kardeş bize Terimiz karışır ize Işık gereken gündüze Çift gönüllü yürek gerek Mânâsız harfe heceye Tütmez, tutuşmaz bacaya Sabahı meçhul geceye Çift gönüllü yürek gerek Topuzu kaçmış kantara Kültürü uçmuş mantara Her şeyi nâmâ yontara Çift gönüllü yürek gerek Zulm altında ezilene Canlı canlı yüzülene Halka rağmen yazılana Çift gönüllü yürek gerek Bu dünyanın yükü ağır Gece kahır, gündüz kahır Ne bağır, ne yardım çağır Çift gönüllü yürek gerek 26/01/2009 Bursa
Okumadan olmuyor Cehalet başa bela Kalemle de dolmuyor Cehalet başa bela Diploması tasdikli Aracı dört lastikli Gittiği yol gedikli Cehalet başa bela Haberi yok yazandan Ayran içer kazandan Hakk korusun azandan Cehalet başa bela Dört söyleyip bir dinler Destekçisi yeminler Yetişin ey emînler! Cehalet başa bela Beceremez kıskanır Cihanı sersem sanır Yorulur da usanır Cehalet başa bela Erdim sanır kemale Kalp şaşırır bu hale Cüsse değil merhale Cehalet başa bela Düstur eyle görgüyü Kalpten kaldır sürgüyü Kov gitsin ön yargıyı Cehalet başa bela
Kar yağdı kesildi kömür ocaktan Kimileri kebap olmuş sıcaktan Ümidimiz dibe vurmuştu çoktan Nerelerde kaldın Mikdati baba? ..........Ali Rıza Malkoç Hasret kalmış yurdum bahara, yaza Kömür naz mı etmiş gelince gaza? Ayaklar uymuyor bu kadar hıza Üşürken gönüller har mı acaba? ...............Mikdat Bal TÜM AVRUPA, senin eline bakar Anadolu ise, yoluna bakar Susamış gönüller, diline bakar Nerelerde kaldın Mikdati baba? ..........Ali Rıza Malkoç Salmıyor ki gelsem şu garip eller Haykırışa devam, susmasın diller Yerini bıraksın borana yeller Susmanın faydası var mı acaba? ...............Mikdat Bal Madden avrupada, manen dünyada Kimi hayal eder, kimi rüyada Yıkıldı değerler, sıra hayâda Nerelerde kaldı Mikdati baba? ..........Ali Rıza Malkoç Dünya’dayız değil onun dışında Kimi rüya kimi hayal peşinde Yapısına göre herkes işinde Ölen insanlık mı, âr mı acaba? ...............Mikdat Bal ERLERİN başında paşa gerektir Sürme dile değil, kaşa gerektir Düşman izi sürer, tuşa gerektir Nerelerde kaldın Mikdati baba? ..........Ali Rıza Malkoç Sizin gibi ben de garip bir erim Selâmınız gelsin bellidir yerim Cümlenize candan selam ederim Kaldığınız mekan kar mı acba? ...............Mikdat Bal Seni baba bildik, şiir yolunda Sağında Sentezi, ben’se solunda Allah kuvvet vermiş, işte kolunda Nerelerde kaldın Mikdati baba? ..........Ali Rıza Malkoç Varolun sağolun sizlerle varım Gurbette ah eden bir cefakarım Sizi çok severim gönüldaşlarım Herkes sizin gbi der mi acaba? ...............Mikdat Bal Çaykara, Sürmene, Of’ta ünün var Koyun sürüsünde tonca yünün var Seninde dünyada biten sonun var Nerelerde kaldın Mikdati baba? ..........Ali Rıza Malkoç Üzerime gelme yaralıyım ben Asla sorgulamam nereliyim ben! Gurbette de olsam oralıyım ben Dünya gurbetçiye dar mı acaba? ...............Mikdat Bal 30/12/2008 Bursa / Hollanda
Vur nefsine eğerini Kalpten uzak düş istemem Yaşarken bil değerini Gözde sahte yaş istemem Yırtıcı kuşları geçtik Sanki yaban ele uçtuk Kefeni kendimiz biçtik Akıl almaz baş istemem Denge ile iradeli Eylem günaha perdeli Hesap ortada irdeli Ne taşsın, ne boş istemem Ünlem yoktur, soru sormam Gül ile geleni kırmam Talebin hak ise dürmem Sözün belge, fiş istemem Bazen mülkümüz azdırır Dil dikenli, söz kızdırır Hırs dosta mezar kazdırır Göze gölge kaş istemem Karar belli, sınır nokta Her zaman, şüphe var çokta Sözü tadında bırak da Yaralayan taş istemem 15/12/2006
Seyreyler kâinatı İnsan var, insancık var Bakışında sanatı İnsan var, insancık var Zerreden yaratılmış Enaniyet katılmış Ünvanla parlatılmış İnsan var, insancık var Yutar her daim gâmı Cennettedir makamı Ders eylemiş ahkâmı İnsan var, insancık var Kimisi sever sisi Kim hürmet dilencisi Gönüllerin incisi İnsan var, insancık var Esintisi öteden Çağrısı kaç kıtadan İlham almış atadan İnsan var, insancık var Veren el iz bırakır Altına döner bakır Sermayesi tam takır İnsan var, insancık var Her ân ikram-ı Hüda Ömür geçer beyhude Hak kapısında geda İnsan var, insancık var Sözü hassas terazi Toprak tohumdan razı Esir almış marazı İnsan var, insancık var 30/11/2008 Bursa Enaniyet: Bencillik, benlik Ahkâm : Hükümler Hüda : Yaratan, Hakk Maraz : Hastalık, zorluklar, engel
Vicdanlar yıpranmış, akıl yaralı Gönlümde reçete “buruştu” beyim Bencilce bakışa, kafa yoralı Kaç asır tarihe “karıştı” beyim Koca dünya, koca yalanmış meğer Merkebin sırtında, gümüşten eğer İnsana yakışan, insanca değer Aynı safta canlar “vuruştu” beyim Süs bitkisi gibi dostu neyleyim Sen meyve ol, ben altında seleyim Hikmet kapısında, sâdık köleyim Sap ile samanlar, “yarıştı” beyim Güneşte kuruttum hayallerimi Çok aradım, mevsimlerde yerimi İnsan nedir, iradesiz sürü mü? Kim gerçek murada “erişti” beyim? Şafak söktü, kara göründü derken Özlemlerim, liman liman gezerken Rıhtımda bekledim, kaç sabah erken Elimde mendilim “kırıştı” beyim Zincirini kırdı, tutsak beyinler! Artık umut dolu nağmeler inler Yetti gari, ayrılığı kim dinler? Kalp ile kafalar “barıştı” beyim 19/10/2008 Bursa
Noterden tasdikli gurur sahibi Burnu yere düşse, eğilip almaz Mağrur nefis, kükreyen aslan gibi Neyi sunsan, uslanıp iflah olmaz Cimri insan, evde silker tozunu Hiddet ehli, ayarlamaz dozunu Nankör kafa, gizli oynar kozunu Cahil ise, adabı erkan bilmez İsrafkârın eli delik, gözü aç Tembel insan, hiç sormaz ki saat kaç? Vurdum duymaz, kulağında var tıkaç Duyarlı gönüller, gaflete dalmaz Yalancının mumu, öğlende söner Kararsız söz verir, üç günde döner Münafık bakışa, artık kim kanar ? Bugünün kararı, yarına kalmaz Takma olsa kolu, bırakır yolda Unutkanlık, yakışmıyor bir kulda Her maharet, öğretilmez okulda Cemiyet insanı, zamandan çalmaz Dünya yansa, bir tutam otu yanmaz Gamsız; en ufacık derde dayanmaz Vefasız; adını bir defa anmaz Aşk bahçesi, susuz kalsa da solmaz Deşifre edildi, kirli duygular Kimi çöpe atar, kimi uygular Yeter artık, sona ersin kaygılar İnsanlık yüce güç, oyuna gelmez 24/08/2008 Bursa
Sakın isyan gibi algılanmasın Topraklar suyunu “tutmuyor” beyim Öküzün yemine bile yetmedi Bu yıl ürün para “etmiyor” beyim Küresel ısınma, küresel bela Nerede açık var, tespit evvela Gelişmiş tarımda, okunur salâ Arazi bol, ürün “bitmiyor” beyim Hadi maldan geçtik, üründen daldan Zamanı yaşamaz, bilmeyen haldan Tepside sunulan, bomboş hayalden Basiret sahibi, “tatmıyor” beyim Gidemediğin yer, değildir senin Ulaşımda, ağzını aç kesenin Havadan, denizden, raydan küsenin İşleri yolunda “gitmiyor” beyim Balın varsa, sineğin de çok olur Faydasız laf, geri dönen ok olur Gurur ile yol alanlar yok olur İbretli söz derse “yetmiyor” beyim Gitmek ile, varmak arasında fark Nasibin var ise,düzgün döner çark Kaybedecek ideali yoktan kork Hedefsiz, kuş bile “ötmüyor” beyim Suyumuz azaldı, aha bitecek Üç kova su kalmış, kime yetecek Gazla dönen türbin, iflas edecek Kimse hayırına “satmıyor” beyim Sağlıkta kalite, artsın daha da Eğitim, güvenlik, bir çok sahada Nükleer de, geç kalınması hata Bölgemizde barış “tütmüyor” beyim Tembellik, tenperlik, tutunmaz bizde İbret vardır, bıraktığımız izde Ne kıştayız, ne baharda, ne güzde Mevsimler başlıyor, “bitmiyor” beyim
Selâmun Aleyküm, gelir mi sesim? Asırlardır, yüzler “gülmüyor” beyim Dert – derman karışmış, hepsi merasim Dost görünen bile, “bilmiyor” beyim Telgraf çekmiştim, geldi geriye Güneşsiz buzdağı, nasıl eriye? Yanıldık!.. Tilkiyi kattık sürüye Neden, hak yerini “bulmuyor” beyim? Etrafı dolamış, ateş çemberi Herkese sunarız, miski amberi Selâm göndermiştim, çevirdi geri Rüşvet değil diye, “almıyor” beyim Günübirlik hesap ile ilerler Haşerata, mesken olmuş kilerler Yol yordam bilmeze, bilmem ne derler? Bu nağmeler, bizden “çalmıyor” beyim Tavan yaptı, “etiksiz” ahlâkımız (!) Leylekleri, geçti bak lak lakımız Suç dosyamız, süs yerine takımız Yüzsüzler saçını, “yolmuyor” beyim Kucağımda buldum, ben yükü gâmı Mum ile ararız, biz diğerkâmı Kalbura çevirdik, işte ahkâmı Adalet yazıyla “gelmiyor” beyim Pazara çıkardık, aşkı sevgiyi Doladık dillere, türlü sövgüyü Muhabbeti sorma, dipsiz bir kuyu Artık Ferhat dağı “delmiyor” beyim Boş yerinden baktım, bardağın bugün Bana matem günü, yad ele düğün Gönülden hasadım, eksi topyekün Sadece susuz gül “solmuyor” beyim Sesime kulak ver “olmuyor” beyim Diğerkâm: Başkalarını düşünen Ahkâm: Hükümler Yad : Yabancı
Gelecekten umut, geçmişten huzur Arar durur insan, yeşeren düşle Sığındığı sabır, her gelen Hızır Bazen de avunur, gündelik süsle Duygular, duyular, hep ilgi umar Yürekler yaralı, bazen tarumar Bir kaç gönülden söz, açığı yamar Şahlanır yeniden, dipdiri hisle Nalıncı keseri, yürüyen zaman Yontup durur, umudumdan an be an Vicdan mihenk taşı, dokunma aman Kaybetme ölçüyü, gerisin boşla Rahmet rüzgârıyla, açtık kanadı Yollar bazen, yolcuları sınadı Çıkmaz sokaktasın, bırak inadı Sırtını yıkılmaz duvara yasla Yaşamda nerdeyiz, baş mı, sonu mu? Kaynayan evrende, bu da soru mu? Ayırmıyor ateş, yaş mı, kuru mu? Toplumsal yangında, dostunu eşle İnsanoğlu, akar akar durulur Su testisi, su yolunda kırılır Beste noktalanır, bohça dürülür Çağırırlar gider, kutlu bir sesle Mihenk taşı : değerli madenler için denek taşı, (mecaz) Birinin değerini, ahlakını anlamaya yarayan ölçü Tarumar : Dağınık, karışık, perişan. Hassas Terazi Yangından mal kaçırır, derdi kendi nefesi Bu ses yabancı değil, başında kimin fesi? Zor günde belli olur, dostun düşmanın hası Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan? Fikriyata bakarım, ben anlamam kavuktan İsterim kara günler, güneşte kurutulsun Yaslı yaşlı gönüller, sevinsin de kurtulsun Şaşmaz terazi ile, her icraat tartılsın Bu ne biçim gidişat, içim dondu soğuktan Fikriyata bakarım, ben anlamam kavuktan Sele verdik harmanı, kağnı kaldı bayırda Yaz boz tahtası mıdır, öküz öldü çayırda hiç bir şeyde gözüm yok, sen neslimi kayır da Bin bir umut beklerken, ayı çıktı kovuktan Fikriyata bakarım, ben anlamam kavuktan Doğum yaptıran ebe, çocuğu aldı kaçtı Bu işe sabıkalı hırsızlar bile şaştı Hak, hukuk, görev, sınır, birbirine karıştı Biz ayranı beklerken, çamur çıktı yayıktan Fikriyata bakarım, ben anlamam kavuktan İstemem gül bahçede, faydasız ayrık otu Kendini taşıyamaz, neyleyim koşmaz atı Gündelik sefahatı, terk eyledik rahatı Dün doğruyu haykırıp, bu gün dönen cayıktan Fikriyata bakarım, ben anlamam kavuktan Evrensel Urlar ve Surlar Egemenlik ulusundur kayıtsız Millet ve Meclisi, büyüktür büyük Dost – düşman aşikâr, gerekmez kâhin Pişmiş aşa su katanlar, yüktür yük Çalışan millettir, üreten millet Bu yara vahimdir, süremez zillet Sülüklerin ömrü kısadır elbet Emer hazmedemez, bayıktır bayık Asalaklar, parazitler hazırcı Tahammülsüz kafa, her zaman “hır”cı Yenik pehlivanlar, kaosun burcu Minderi görünce, cayıktır cayık Millete sevginiz, yamyam usulü Kes de pişir, çorbasını yap sulu İtirazım vardır, işte yazılı Vicdan sessiz, beyin ayıktır ayık Biz milletiz, dert bizim derman bizde Katıksız saf, geçerli ferman bizde En uyumlu, rengârenk harman bizde Sizdeki muhabbet, geyiktir geyik Sanki engizisyon çarkı kurulmuş Dönen dünya, can evinden vurulmuş Düzen çapraz, ar damarı yarılmış İnsafsız boş kafa, yayıktır yayık Cumhuriyet, demokrasi andımız İnançlara saygı, en baş bendimiz Yüce iradeyi, siz ne sandınız? Bu Millet güzele, lâyıktır lâyık Zaman / Zemin Etüdü Barkodladım, hatamı günahımı Merak etme, seninkiyle karışmaz Önyargıyla almayasın ahımı “Hayır”la sarışan, “şer”de yarışmaz Dün geçti, bugünse sorma hâlimi Yarınlara kurdum ben hayalimi Sığdırdım içime, koca alemi “Yâr”la barışmayan, “yad”la barışmaz Kavgaya sebep çok, kırıp dökelim (!) Bugün tamir edip, yarın yıkalım (!) Başaramaz bunu, en gaddar zalim Hakk’tan gelen ferman, asla buruşmaz Tomurcuklar açtı, bak bahar geldi Renk renk kelebekler, kozayı deldi Güzeli görmeyen gözler engeldi İnsafla yol alan, asla vuruşmaz Dil ile kaybolan, alınmaz dişle Menzillere, varılmaz bu gidişle Fikrini – zikrini, birebir eşle Zıtlıklar buluşur, ama görüşmez Zemin etüdünü yapıp dünyanın Sondaj vurup, dolaşmalı her yanın İçi boştur, muhabbetsiz zamanın Gönülden doğmayan, dosta erişmez Yad : Yabancı, el Etüt : Herhangi bir konuda yapılan inceleme, araştırma., ön çalışma Gaddar: Acıması olmayan, başkalarına haksızlık eden, merhametsiz, katı yürekli, insafsız Tezatlar Mezat'a Düştü Gönlüm tutuşur da bazen Düşünürüm hece hece Kim, nerede, niçin, neden? Çok sorulu bir bilmece… Fazla konuşmak mı kültür? Beklentilerimiz tür tür Paketle mezara götür İnan ki gidiyor güce Sevdamız var, kavgamız var Sevincimiz, kaygımız var Hak edene saygımız var Despot gönlümüzde cüce Kimi hürmet dilencisi Kimi merhamet elçisi Aslında belli ölçüsü Fazla yaklaşmayın uca Bu hangi mahlûkun tavrı? Vicdanı kör, dili sivri Cilalı teneke devri Sanki gün ortası gece Tezatlar mezata düştü Fikir değil, demek düştü Bilmeyen koştu üşüştü Sanki Piyeste gülmece Aynı hamurdan mayamız Bizi biz yapan hayâmız Dantelimiz ve oyamız Değer katar başta taca Tezat: Karşıtlık, karşıt olma, zıtlık, çelişki Mezat Malı : Bayağı ve ucuz mal. Dudak Payı Büsbütün karartma, saf yüreğini Bana da yer ayır, bir dudak payı Sevdalara yol aç, bil gereğini Bana da yer ayır, bir dudak payı Yüklenince bulut, iner damlalar Islaklık içime inşirah salar Hayalini doldurmasın “şâşâ”lar Bana da yer ayır, bir dudak payı Elinde yüzünde var akçe izi Maddi reçeteyle, diner mi sızı? Kov da gitsin, benlik çalan hırsızı! Bana da yer ayır, bir dudak payı Garazın – marazın, sarmış bedeni Kararan ufuklar, bitirir teni Kim arar ki, terk edip de gideni? Bana da yer ayır, bir dudak payı Açık kapı kalsın, kapama yolu Beklerken baharı, bastırır dolu Sorun ve cevabın, nâhoş kokulu Bana da yer ayır, bir dudak payı Taş yerinde ağır, itekle hele Güce güç katalım, verip el ele Zehir doldurur mu, gönül gönüle? Bana da yer ayır, bir dudak payı Bu kötü, o yanlış, diğeri çirkin(!) Çamur suyu ile, dönüyor çarkın Hangi makam ile söylenir şarkın? Bana da yer ayır, bir dudak payı İnşirah: Gönül açılması, ferahlık Şaşa: Gösteriş, süs Akçe: Para Benlik: Kendilik, şahsiyet Nâhoş: Hoş olmayan, çirkin, kötü Damlalar Yorgun düştüm, karanlıkta koşmaktan Ümit durağına, serdim hasırı Duygu hasılatım, geçmez elekten Tamı kaybetmeden, topla küsürü İnsanı insan bil, takma kulpunu Son nefese değin, yokla kalbini Şaşırtmasın seni, günlük albeni Yanılır her beşer, vardır kusuru Mevlana seslenir: “kim olunsan gel!” Şimdi olsa derdi, “kim çağırsa git!” Pırıltılı sözler, hikmetli öğüt Her devirde, aydınlatır asırı Dilleri tutulsa, gözünden akar Tutuşur kelime, sözünden akar Güven veren mânâ, yüzünden akar Bilen bilir bunu, nedir ki sırrı? Kimin umurunda, batarsa gemi? Ağıt mı yakalım, güzelleme mi? Doyumsuz nefise, vurursak gemi Olur artık, gönlümüzün esiri Karşılıksız sevgi, adı merhamet Şefkat bağışlıyor, al da merhem et Çağlayana oluk, kargaşaya set İşte budur, safi kalbin öşürü… 18/05/2008 Bursa Fikirler ve Kirler Su gibi akmalı, fikir dediğin Berrak, Safi, duru, yüceden yüce Güç vermeli bana, her söylediğin Nasıl çözülür ki, bu zor bilmece ?.. Nabza göre şerbet, sırıtır elbet Mavi boncuk dağıtır, sepet sepet Havanda su dövülmez ilelebet Zulmün tahtı bize, cüceden cüce… Unutmayan, yutmayan bir vurguyla Mert oğlu mert, hep yaşatan kurguyla Varır hedefe ok , kırılmış yayla Gün batsa da doğar geceden gece… Karıncalar, ağır yürür menzile Razıyız biz, engebeye tenzile Hakikate köle, düşmandır ‘zül’e Bu nasıl sabırdır, niceden nice ?.. Fikir bir zemindir, kurmalı bina Tutarsa mayası, sığmaz kabına Birkaç sözüm kaldı, sevdadan yana Kırparız - ekleriz, heceden hece… Engebe : Zor arazi, çukur, dağ, bayır Tenzil: İndirme, azaltma Zül: Alçalma, düşkünlük, Ayıplanacak şey. Vaziyetten Vasiyete Tanıyasın Yaradan’ı her daim Üzerine farzdır, “boşlama” oğul! Halk içinde hizmetkâr ol canlara Tek kişilik hayat “düşleme” oğul! Kanmayasın, şu dünyanın süsüne Cazip görüntüsü, gümbürtüsüne Mevlâm güç versin de haktan sesine Dik duruşu asla “esleme” oğul ! Dilin sivri olsa, sakın batmasın Gönlün hüzün dolsa, sakın yatmasın Haramı helale asla katmasın Vücutta habis ur “besleme” oğul! Arı oğul verir, kendi cinsinden İnsan tüter, haberi yok isinden Sen örnek ol, iz sürülsün peşinden Sağlam dala koruk “aşlama” oğul! Kimi pulda yüzer, kimisi çulsuz Azgın yoldan çıkmış, garibim yolsuz Erenler deryayı geçiyor salsız Hakiri, sakın ha, “fişleme” oğul! Cemiyet insanı, hizmette önde Toptan tamirat var, boş durma sen de Yiğit belli olur, en kara günde Sür atını coşsun, “çüşleme” oğul! Uyurken bir gözün açıkta olsun Dikkatin, akıldan kaçıkta olsun Merhametin, sevgin, kucakta olsun Şefkat sarayını, “paslama” oğul! Aldatanlar, aldanmıştır bilesin Kurtuluş bekleyen, hayır dilesin Yüce hakikate, sen silsilesin Kirli duvarlara, “toslama” oğul! Bu topraklar, takas edildi canla Yüzbinler yürüdü, Ukba’ya şanla İnsanlık nişanlı, nefsi aşanla Fikrini yabana “yaslama” oğul! Vefa denen duygu, olmalı diri Unutmayan kalpler, saklamaz kiri Ruh yoksa birlikte, besbelli sürü Faydasız binayı “süsleme” oğul! İnsaf elden uçtu, dipsiz kuyuda Olsun rağbet, yıkıp-döken ayıda Güller açmış bize, karşı kıyıda Kömürü elmasla “eşleme” oğul! Her sâlâ duydukça, benim sanırım Sesteki mânâyı, iyi tanırım Kötü mirasımla, çok utanırım Üç olan hatamı, “beşleme” oğul! Ukba : Ahiret Koruk : Ham, olgunlaşmamış, kısır Hakir: Hor görülen, aşağılanan Habis : Kötü, zararlı, pis Silsile : Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin olu
Nitelikli Sevda
Bu şiirlerin her türlü telif hakkı şairin kendisine veya temsilcilerine aittir
|
|
Son Güncelleme ( Pazartesi, 07 Eylül 2009 ) |