O kadar kolay mıdır seni anlatmak sevgili ?
Yine de uğraşıp seçtim sözcüklerin içinden en kalem değmeyenlerini...
hoyratça esen zamanın asırları çürüten küfüne boyun eğmeyenlerini...
Biliyor musun, seni anlatmaya başlar başlamaz,
biteviye akılla kavgada olan yüreğim yandı, yandı...
ve bir seher vaktinin turkuaz rengi gözlerinde uyandı...
ve işte bu hayattı, işte bu candı...
ZAMANIN TESPİHİ DÜŞER ELİNDEN
Aklım gölge arar, dimağım kurur,
Seni anlatmaya başlar başlamaz.
Gökçek kelimeler semâha durur,
Seni anlatmaya başlar başlamaz.
Sükûnetle çöker yerler önümde,
Sular boncuk boncuk terler önümde!
Bu nasıl bir sevda derler, önümde…
Seni anlatmaya başlar başlamaz.
Her seher vaktinde aşk filizlenir,
Elâ gözlerine girip, gizlenir.
Güzelliğin hece hece izlenir,
Seni anlatmaya başlar başlamaz.
Türküler dökülür sazın telinden,
Belki Köroğlu’ndan, Çamlıbel’inden…
Zamanın tespihi düşer elinden,
Seni anlatmaya başlar başlamaz.
Usulca uykudan uyanır düşler,
Bir gökkuşağında boyanır düşler,
Bütün kâbuslara dayanır düşler,
Seni anlatmaya başlar başlamaz
FARKETMİYORSUN
Gözlerimden süzülen düşleri avucuna
Veriyorum, fakat sen hâlâ farketmiyorsun.
Yokluğunda üşüyen gölgemi başucuna
Seriyorum, fakat sen hâlâ farketmiyorsun.
Zaman okyanusuna çıktığım her seferde
Kapatır ufukları hayâlin perde perde...
Alnına şebnem düşen şafakları seherde
Deriyorum, fakat sen hâlâ farketmiyorsun.
Hayat seni bırakmaz almayınca bac’ını,
Hücrelerin sökülür vurunca kırbacını!
Birbirine dolaşan günlerimin saçını
Tarıyorum, fakat sen hâlâ farketmiyorsun.
Yarınlar pâre pâre kanatlansın sözünden,
İstemem yaprak yaprak dökülsün yaş gözünden.
Beline gökkuşağı indirip gökyüzünden
Sarıyorum, fakat sen hâlâ farketmiyorsun.
Aklımın cesedini koyarken bir tabuta;
Yüreğim cana geldi, haber saldı umuda...
Sırtımdaki ruhumla bir buuttan buuda
Varıyorum, fakat sen hâlâ farketmiyorsun.
ZAMANIN ÖTESİNDEN...
Yalnızlığın dolanan saçlarını durmadan
Çözer bir aşk şiiri zamanın ötesinden.
Dalgalı gecelerin kıyısına vurmadan
Yüzer bir aşk şiiri zamanın ötesinden.
Serin tut yüreğini, eğme sakın başını,
Bir kansızın yüzünden ağulama aşını.
Umudun gamzesine damlayan gözyaşını
Süzer bir aşk şiiri zamanın ötesinden.
Var mıdır başka nesne ona eşit, ona denk?
Sevgidir kâinatı ayakta tutan âhenk...
Gönül tuvallerine sevdaları rengârenk
Çizer bir aşk şiiri zamanın ötesinden.
Sonu çıkmaz sokaktır aşktan özge sanatın,
Olsa da rüzgârlara hükmeden saltanatın!
Bütün güzelliğini leş kokulu hayatın
Sezer bir aşk şiiri zamanın ötesinden.
Yetim kalsın ağıdın soluğu dudağında,
Neşe tomurcuk açsın günlerin budağında...
Yücelerde asılı gönlümün bu dağında
Gezer bir aşk şiiri... zamanın ötesinden.
TÜRKÜ DUDAKLIM
Zamanın terkisinde dörtnala kaçan yıllar,
Seni unutturamaz bana türkü dudaklım.
Ne bu yüreğim susar, ne de bu gönlüm yılar,
Şüphe etme aşkımdan yana türkü dudaklım.
Gündüzler perçemini beklerken okşamamı,
İzbelerde sürünür gördüm her akşamımı.
Hasretin bir tufana çevirse yaşamımı,
Yine bir sitem etmem sana türkü dudaklım.
Tararken seher vakti saçlarını rüzgârın,
Gözlerimi buğusu yakar gider efkârın...
Sorsalar bu çileli aşktan ne oldu kârın?
Derim ki, bin can kattı cana türkü dudaklım.
KIRK BAHARIN ARDINDAN
Bir yad rüzgâr dağların perçemini okşarken,
Bozkır yanaklarıma iki damla yaş düşer.
Topukları nasırlı sokaklarda koşarken,
Her mola verişimde ömürden bir taş düşer.
Uçurumlar dolarken sırtımdaki heybeye;
Sabrın omuzlarında eriştim her tepeye.
Aklın hududundaki keşmekeş bir cepheye
Ulaştığım her vakit gövdemdeki baş düşer.
Ne aydınlık göz kırpar ne de bir bitiş olur,
Kıraç karanlıklara doğru her gidiş olur...
Her nefes alışımda hayâller iğdiş olur ;
Zembil zembil bahtımın yurduna telâş düşer.
Vuslat asılı bekler ufkun en son dalında,
Yol alırken gurbetin küreksiz sandalında…
Kaderin usturası taht kurmuşsa alında;
Ne bir huzur sükûnet… payına savaş düşer!
Kırk baharın ardından ister sürün, ister uç;
Sebeplerin rahminde bellidir bütün sonuç!
Şuurumun dişleri düşerken avuç avuç,
Geriye benim gibi bir âmâ nakkâş düşer!
HER SEHERDE YOKLARIM
Beynime perçinledim senle geçen her ân’ı,
Nasıl unuturum ben, zaman unutsa bile.
Kaç defa üstümüzü örttü sabah ezânı;
Zor gelir anlatması, kelimeler nâfile…
Gözlerimiz sevişti kayan yıldız altında,
Birlikte dilek tuttuk gökyüzüne bakarken.
Ruhum uyuyuverdi sımsıcak karaltında,
Ak umutlar topladık yarınlara akarken.
Bırakırken ağladım hasretin kucağına,
Dudağıma koyduğun her buseyi koklarım.
Vuslatımız zamanın takılsa da ağına,
Merak etme sevgilim, her seherde yoklarım.
KİRPİKLERİN TÜRKÜSÜ
Uykuları yırtılan hüzün sokağa çıksa;
Başlar gözyaşlarını taramaya kirpikler.
Kilitsiz gözlerinin kapıları açıksa;
Düşer yola anahtar aramaya kirpikler.
Üşüyen gökkubbeyi ısıtırken ezânlar,
O kirpikler her sabah yolcu eder gözleri...
Şüphesiz anlayamaz güdük kalmış iz’anlar,
Dallarına asılı ak kanatlı sözleri.
Zamanı geldiğinde kapansa dudakları,
Tâ bir baştan bir başa gölge olur ruhuna.
Gözlerini sımsıkı sarınca budakları,
Gayrı hiç geçit vermez soytarı gürûhuna!
YARINLARIN KOYNUNDA
Vuslatın çığlığını yüreğimde duyarken;
Hasret zincirler vurur ayağına zamanın.
Şu öksüz sevdalarım umutlarla uyurken;
Takılır arzularım kör ağına zamanın.
Sana giden yolları toplarken birer birer;
Yırtılır avuçlarım yine de hiç yılmam ben!
Bir gece yitirdiğim aklım ağzımdan girer;
Kırbaçlar hücreleri… bir türlü ayılmam ben!
Boyun büker bulutlar elleri boş geçerken;
Heybelerinde senden ne bir koku ne bir iz…
Başından biliyordum ayrılığı seçerken:
Yarınların koynunda seninle beraberiz...
BU GECE
Yaslanıp turkuaz renkli düşlere,
Bütün kâbusları kustum bu gece...
Baktıkça zemheri kesen döşlere,
Kendi yüreğime pustum bu gece!
Her eğri bir tümsek koydu düzüme;
Ne geceme doydum ne gündüzüme...
Av’cuma dökülen kırık yüzüme
“Benim„diyemedim... sustum bu gece.
Güneşi kül eden gönül ülkemi,
Ne bilir, ne tanır yabanın kemi?
Tenimden sıyrılan soğuk gölgemi
Bir hoyrat rüzgâra astım bu gece!
İsyankâr demime isyan ekleyen,
Musalla taşında nöbet bekleyen,
Kara heybesine canlar yükleyen,
Ölümün sesini kestim bu gece!
Zaman kasnağına gerdim aklımı!
Cinnetin ufkuna serdim aklımı!
Kaleme “yal„ diye verdim aklımı!
Buuttan buuda estim bu gece...
UNUTMA BENİ!
Gecenin döşüne başını koyup
Yatarken unutma... unutma beni!
İpek uykularda düşler dokuyup,
Çatarken unutma... unutma beni!
Ay seni seyreder, gün seni izler;
Aldırma, ne derse desin densizler!
Durgun gözlerinde hırçın denizler
Batarken unutma... unutma beni!
Koymasın Yaradan ağıt gününe,
Sevdam gölge olsun altı yönüne...
Dikişi sökülen aklı önüne
Katarken unutma... unutma beni!
Zaman yaylasına bir otağ kurup,
Başaksız günleri yele savurup,
Yokluğu dokuz kat zincire vurup,
Satarken unutma... unutma beni!
Dökülse de candan birkaç yorgun tel;
Bilirsin, insanda tükenmez emel...
Her seher vaktinde umuda temel
Atarken unutma... unutma beni!
HATIRIN İÇİN…
Sabır otağında hasretle seni
Beklerim sevgili, hatırın için…
Her söken şafağa bir aşk deseni
Eklerim sevgili, hatırın için...
Ağlama, düşersem eğer yadına,
Gülesin yaşamın kör inadına!
Çıplak günlerimi düş kanadına
Yüklerim sevgili, hatırın için...
Yürekli sevdalar alır mı yara?
İnanma câhile, bakma ağyara...
Dikişi sökülen aklı bir ara
Yoklarım sevgili, hatırın için...
Eğmedim başımı bir nimetine,
Dayandım dünyanın her cinnetine!
Hasretin leşini gül niyetine
Koklarım sevgili, hatırın için...
Ay bile terkeder verir yerini,
Daha neyle ölçsem şu değerini?
Gecenin gamzene düşen terini
Saklarım sevgili, hatırın için...
ZAMANI ELERKEN
Yorgun düşlerimi okşa bir kere,
Kâbuslar nefretle burmadan önce.
Yeniden dönerim geldiğim yere,
Hırçın dalgaların vurmadan önce...
Nefsimi dokuz kat zincire vurdum,
Aklımı orakla biçtim, savurdum...
Ruhumun önünde salâya durdum,
Gölgemi güneşe sermeden önce.
Heceler koynumda çırptıkça kanat,
Ter döker aşk için bütün kâinat…
Ezelden ebede nefrete inat
Sevgiyi yudumla, vermeden önce.
Korkular üstüne atmadan ağı,
Yüreğin döşümde kursun otağı...
Gamzene umudun değsin dudağı,
Yarınlar yayını germeden önce.
Zamanı elerken düştüm içinden;
Cevaplarım gebe kalmaz niçinden!
Sözün gerçeğini lafın piçinden
Ayırmak gerekir dermeden önce.
Kendini yeniler aşk çarpa çarpa,
Su gibi çarpalım düzlüğe, sarpa...
Hasretin yolunu hep kırpa kırpa
Keselim, murada ermeden önce...
Yaklaş yamacıma az sayfa sayfa;
Sende her güzellik, nâz sayfa sayfa...
Gönül defterime yaz sayfa sayfa,
Azrâil kalemi kırmadan önce.
SEN… BİLİYOR MUSUN?
Vuslatın alnında biriken teri
Siliyorum ama… nereye kadar?
Elbet sensizlikten yoktur beteri,
Biliyorum ama… nereye kadar?
Yüreğim sığmazken koca dünyaya;
Şimdi pusatsızım, şimdi hep yaya…
Düşünce denilen dipsiz deryaya
Dalıyorum ama… nereye kadar?
Ne arzu bırakır ne de bir heves,
Yarınlardan ağır ağır gelen ses...
Yorgun asırlardan derin bir nefes
Alıyorum ama... nereye kadar ?
Dese de, kırk sene geçti ah ile;
Aldırma, boşver bu kara câhile!
Kıyısı olmayan aklı, sahile
Salıyorum ama... nereye kadar?
Sevdanı işlerken toprağa, taşa;
Ruhum damla damla köz olur aşa…
Dokuz kat yalnızlık ile başbaşa
Kalıyorum ama... nereye kadar?
Karanfil ekerken sözlerine ben,
Şafağı asarım gözlerine ben.
Düşlerin gamzeli yüzlerine ben
Gülüyorum ama... nereye kadar?
ANA
Değdikçe hasretin soğuk kırbacı,
Hücrelerim üşür donarım ana.
Ruhumda bir kambur olur bu acı,
Duldasız dallara konarım ana.
Seccaden başını kaldırmaz yerden,
Vakitler pek mahzun döner seferden...
Yüreğim kurtulmaz gamdan, kederden,
Her gün iplik iplik kanarım ana.
Güneş gözlerine çekerken peçe,
Yatak diken olur yorgan da keçe!
Yoklardın düşümde beni her gece;
Unuttun bu defa sanırım, ana.
Uzanır mâzinin kuru taşına,
Gözyaşı dökerim yanıbaşına.
Zamanın katıksız yavan aşına
Bütün umutları banarım ana.
Sensizlik cehennem ve cinnet bana,
Sen varsan bu hayat bir cennet bana...
Helâl et hakkını, helâl et bana;
Yoksa divâneye dönerim ana!
ÜÇ DÜĞÜMDE 40 OLDU YAŞ...
Senelerin ak tasından içtiğimde, kırk oldu yaş.
Gölgemi uç noktasından biçtiğimde, kırk oldu yaş.
Kâh toprakta kâh bulutta, tozup durdum dört buutta...
Gözlerimi bir tabutta açtığımda, kırk oldu yaş.
Hep kibirle bir iş eden, duyguları iğdiş eden,
Akıl denen fâhişeden kaçtığımda, kırk oldu yaş!
İster sürün istersen uç, hiç değişmez bazı sonuç!
Hayâlleri avuç avuç saçtığımda, kırk oldu yaş.
Gördüm nice şairleri, ruhu yitik şiirleri...
Düşe hasret şehirleri geçtiğimde, kırk oldu yaş.
Uzun sözün yok gereği, herkesin var bir ereği,
Bin yürekten bir yüreği seçtiğimde, kırk oldu yaş.
Ne densize ne de keme, hiç yorulma bir söz deme,
Çırılçıplak iç ülkeme göçtüğümde, kırk oldu yaş.
Baştan başa yol aşmadan kalpten kalbe dolaşmadan,
Daha dörde ulaşmadan üç düğümde, kırk oldu yaş...
ZAMANIN RAHMİNDE...
Gitgide çekilmez kahrı hasretin,
Vuslat her gün tehir olur sevgili.
Gölgesi düştüğü vakit kasvetin,
Düşünceler zehir olur sevgili.
Ren’in kucağında yatan Düsseldorf,
Kızıl akşamlarda batan Düsseldorf,
Öksüz düşlerime çatan Düsseldorf,
Duygusuz bir şehir olur sevgili.
Kalmadı aklımın sağlam bir dişi;
Yüreğe bıraktım artık her işi!
Turkuaz sevdayla yanan er kişi,
Elbette bir şair olur sevgili.
Yalnızlık, kıyısı kayıp bir ada;
Yoktur benden başka kimsem burada!
Ufuklara doğru baksam... arada
Münker ile Nekir olur sevgili.
Zamanın râhminde feryat dokuz kat;
Geceler kör doğar, gündüzler sakat...
Acılar dereye dönüşür, fakat
Umut koca nehir olur sevgili
SENDEN GİZLİCE…
Toprağın alnını öperken yağmur,
Seni düşünürüm senden gizlice.
Uyanan çiçekler bakarken mahmur,
Seni düşünürüm senden gizlice.
Atsın kemendini ömrüme yıllar;
Kim korkar sevgili, bundan kim yılar?
Ren’in saçlarını yurken kıyılar,
Seni düşünürüm senden gizlice.
Zaman helke helke hüzün sağsa da,
Umudun yerine hicran yağsa da,
Ruhum bedenimden arşa ağsa da,
Seni düşünürüm senden gizlice.
Kolay gelir sanma bu hasret dile;
Sabrı yoğururum gözyaşım ile…
Yanık bir türküyü dinlerken hele,
Seni düşünürüm senden gizlice.
Güneş çektiğinde yüzüne peçe;
Sessizce göğsüme yaslanır gece…
Her nefes alışta bak hece hece,
Seni düşünürüm senden gizlice.
MİRAC’A ÇIKARKEN ELA GÖZÜNDEN
Siyah bir duvakla gelirken gece,
Ay buse vermişti, hatırında mı?
İlham beşiğinden kalkarken hece,
Harfleri sermişti, hatırında mı?
Bayat sözcükleri sildim ben çoktan,
Ne virgülün kaldı, ne de bir noktan...
Aşkımız bir gece ruhsuz konaktan
İçeri girmişti, hatırında mı ?
Okurken vuslattan akça bir türkü,
Başından düşmüştü hasretin börkü!
Zaman, kapısına çekerken sürgü,
Nasıl kızarmıştı, hatırında mı?
Nice şafaklara bir baç ödedik,
Sonra seherlere “merhaba” dedik!
Çılgın umutlardan açarken gedik,
Heyecan sarmıştı, hatırında mı?
Uçurtma yapmıştık uçuk sözünden,
Misket oynamıştık aşkın közünden...
Mirac’a çıkarken elâ gözünden,
Saatler durmuştu, hatırında mı?
BABA REN
Bilirim ki vaktin var, beni dinlemek için;
Heybe heybe ağıtla geldim inlemek için...
Sana “Baba Ren” diye boşuna mı demişler?
Yine başucundayım... ters gider her dem işler!
Bilemem kaç asırdır babalık edersin sen,
Şefkâtini dağıtır, süzülüp gidersin sen.
İstesem de yürekten dolu dolu haykırmak;
Duyamaz Aras beni, işitmez Kızılırmak!
Sen sıvazla saçımı, kıyına çöktükçe ben,
Aparsın dalgaların, derdimi döktükçe ben...
Gezerim melul melul avuçlarımda aklım,
Olmadı şimdiye dek, senden hiç gizlim, saklım!
Hüzünlerle dağılan her parçamı der, e mi?
Vurdukça dalgaların dağıtsın kederimi…
Sensin beni anlayan, sensin benim sırdaşım,
Hep yanına gelirim, sıkıştığında başım.
Sanki omuzlarımda sıralı Alp dağları,
Fırtınalar gönlümden söküyor otağları...
Hızarlarda biçilir her gece uykularım,
İdam sehpalarında en narin duygularım!
Yürek feryat etse de, umuda umut ekler,
İzbe labirentlerde hep bir muştuyu bekler.
Hayatın ellerinde gölgem bile kördüğüm,
Budur yaşadıklarım, budur bütün gördüğüm…
Ilık bakışlarınla dağıt gamı, kederi,
Sularına bıraktım artık böyle kaderi...
Bu keşmekeş içinde yoruldum be “Baba Ren!”
Şu diyâr-ı gurbette kondum kaptan kaba Ren!
Emdikçe saatleri zamanın dudakları,
Çürümeye başlıyor ruhumun budakları.
Güneş değmez dağların ardında bir yâr bekler,
Yüreğini umudun koynuna koyar bekler.
Yarasa kanadına gizlenir gecelerim,
Tenhada kalem kırar, yas tutar hecelerim.
Dert bende yumak yumak, anlatmakla biter mi?
Ortasında bir od’un hiç karanfil biter mi?
Yat bela, yürü bela… bulur seni her belâ;
Özüne çadır kurmuş hayat denen Kerbelâ!
Neyleyim ben “Baba Ren” dinledin sözlerimi,
Dokuz kat yalnızlıkta gördün öksüzlerimi…
AKLIN HUDUDUNDAN ÖTEYE ADIM
Aklın hududundan öteye adım
Attığımda, haber veririm sana.
Nefes kadar yakın „yokluğu“ hadım
Ettiğimde, haber veririm sana.
“Bir kara deliğe” doğru her koşu,
Arkada ayığı, önde sarhoşu!
Ben de usanmadan doluya “boşu”
Kattığımda, haber veririm sana.
Kâbuslara peşkeş çekip uykuyu,
Paslı prangaya vurdum korkuyu.
Kâinatı saran o misk kokuyu
Tattığımda, haber veririm sana.
Hayatı cebimden boşaltıp zorla,
Yolu yarıladım doksan kusurla!
Yüreğim koynumda bir gün huzurla
Yattığımda, haber veririm sana.
Şair gömülür mü kendi yasına,
Rağbet eden olsa sözün hasına?
Güdük sözcükleri yok pahasına
Sattığımda, haber veririm sana.
Yüzülürken ruhun hayâsı, udu;
Hüzünle terkeder zaman, buudu!
Bir gökkuşağına en son umudu
Çattığımda, haber veririm sana.
Hayâlini gergef gergef ördüğüm;
Kırık bir bakıştır sende gördüğüm…
Hasretin boynuna yağlı bir düğüm
Attığımda, haber veririm sana.
ZAMANI GELİNCE
Kıyısı olmayan akıl, sahile
İndiğinde, sevda kucaklar seni.
Yürek yangınların bir muştu ile
Dindiğinde, sevda kucaklar seni.
Büyüktür ödülü hep sabredenin,
Acılarla bir atbaşı gidenin.
Dokuz kat ateşte bütün bedenin
Yandığında, sevda kucaklar seni.
Ne günler ses eder, ne aylar duyar…
Hasret, namlusunu sinsice dayar !
Geceyi dalından koparıp da yâr
Sunduğunda, sevda kucaklar seni.
Ter döker şafaklar hep bu uğurda,
Düşerken yollara karda, çamurda…
Bir gün ak toprakta, bir gün yağmurda
Yunduğunda, sevda kucaklar seni.
Saat başı tuzak kuran zamanı,
En güzel düşleri buran zamanı;
Seninle güreşe duran zamanı
Yendiğinde, sevda kucaklar seni.
Sığacak başın mı kalır hâneye?
Gölgen konuk olur her virâneye…
Cinnetler geçiren bir divâneye
Döndüğünde, sevda kucaklar seni.
Nesini söyleyim, yazıyım daha?
Uçsuz bucaksızdır aşk denen saha…
Bütün hücrelere “kalkın semâha”
Dendiğinde, sevda kucaklar seni.
YARINLAR DOĞMADAN PUSLANIR
“Bir akşam üzeri yâdına düşüp,
Belki kirpiklerin ıslanır” deme.
“Kim bilir akılla bir gün öpüşüp,
Coşkun deli gönlün uslanır” deme.
Neden hayâllerin geceden koyu?
Gün gelir… tükenir hasretin soyu!
Sevgili, “bu sevda bir ömür boyu
Düşlerin göğsüne yaslanır” deme.
Eyvallahın bile olmaz güneşe,
Düştüğünde sevda denen ateşe…
Her seher kaç cemre düşer peşpeşe,
“Yüreğin, gurbette paslanır” deme.
Bir yıla bedeldi geçen her bir an,
Küflü nefesini üflerken zaman!
Neler çektiğini bilirim inan,
“Uzaktan uzağa seslenir” deme.
Umudu olmayan insan güdüktür,
Aldığı her nefes ona bir yüktür!
Ne deyim daha ben, Allah büyüktür!
“Yarınlar doğmadan puslanır” deme
İSTEMEM!
Elâ gözlerinde bir ömür boyu
Umut çiçekleri solsun istemem.
Çifte gamzelere geceden koyu
Hüzün damlaları dolsun istemem.
Gülmedi kaderin gülmedi yüzün,
Gölgesi terketti seni gündüzün.
Düşlerinde bile artık her düzün
Ne tepe ne yokuş olsun… istemem.
Bilirim, çıkmadı hayatta sesin,
Hep çeyrekde kaldı bütün hevesin.
Her “ah” çekişinde göğüs kafesin
Paslı mengenede kalsın istemem.
Düşünür dururum gurbette bazı:
Seninle birlikte geçen ilk yazı…
Hasretin pusuya yatan ayazı
Gönlüne zemheri salsın istemem.
Zaman orağıyla ömrü biçmeden,
Doyalım sevdaya vakit geçmeden.
Sevgili… dünyadan ilk ben göçmeden
Azrâil kapını çalsın istemem!
AĞLAYACAĞIM…
Efkâr rüzgârları değdi tenime,
Sabahlara kadar ağlayacağım…
Bütün gururumu silip yenime,
Sabahlara kadar ağlayacağım…
Doğrular eğride bükülür gider,
Zaman dikiş tutmaz, sökülür gider.
Hayat yaprak yaprak dökülür gider,
Sabahlara kadar ağlayacağım…
Zemheri ayazı damlar düşüme,
Çıplak uykularda gel de üşüme!
Şu öksüz mâzimi basıp döşüme,
Sabahlara kadar ağlayacağım…
Aklın gölgesinde mâtem tutarak,
Buruk suskulara hicran katarak,
Gecenin üstüne yorgan atarak,
Sabahlara kadar ağlayacağım…
Umut yeşerir mi kıraç toprakta?
Korkak hayâllerim pusar ırakta…
Yalnızlık denilen izbe durakta
Sabahlara kadar ağlayacağım…
Hüsnü Özdilek/Düsseldorf/Almanya
Email:
Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
|